Felsefede Subjektif Olmak Ne Demek ?

DiskoDiva

New member
Felsefede Subjektif Olmak Ne Demek?

Felsefede subjektif olmak, bir kişinin deneyim, düşünce veya hislerinin dış dünya ile değil, yalnızca kendi içsel dünyasıyla ilişkili olduğu durumu ifade eder. Subjektivite, bireyin düşüncelerinin, değerlerinin, hislerinin ve bakış açıların kişisel bir yansımasıdır. Bu kavram, özellikle epistemoloji, etik ve ontoloji gibi felsefi alanlarda önemli bir yer tutar. Subjektiflik, nesnellik ve objektiflik gibi karşıt kavramlarla sıkça karşılaştırılır. Subjektif bir bakış açısı, bireyin dış dünyayı nasıl deneyimlediğini ve yorumladığını belirtirken, nesnel bir bakış açısı, kişisel duygulardan ve önyargılardan bağımsız, evrensel olarak geçerli olan gerçeklere dayanır.

Subjektif Olmak Ne Demektir?

Subjektif olmak, bir düşüncenin ya da bir değerlendirmenin, kişinin içsel algılarına, hislerine ve düşüncelerine dayalı olmasıdır. Bu, her bireyin farklı deneyimleri ve bakış açıları olduğu için, subjektiflik tamamen kişisel bir olgudur. Subjektif bir görüş, aynı olayın farklı insanlar tarafından farklı şekillerde yorumlanabileceği anlamına gelir. Örneğin, bir sanat eserinin güzelliği hakkında yapılan bir değerlendirme subjektif olabilir; bir kişi eseri estetik olarak çok güzel bulabilirken, bir diğer kişi bunu sıradan ya da kötü olarak değerlendirebilir. Bu durumda, her iki yorum da subjektif birer yargıdır çünkü her biri belirli bir bireyin içsel düşüncelerine ve hislerine dayanır.

Subjektiflik ve Objektiflik Arasındaki Farklar

Subjektiflik, kişisel bir bakış açısını ifade ederken, objektiflik daha geniş, dışsal bir gerçekliğe dayalıdır. Objektif bir değerlendirme, bireyin kişisel duygularından, önyargılarından veya bireysel deneyimlerinden bağımsız olarak, genel olarak doğru kabul edilen, evrensel bir gerçeklik üzerine kurulur. Örneğin, "Bu masa metalden yapılmıştır" gibi bir cümle, objektif bir gerçekliktir çünkü bu, herkes için geçerli olan, fiziksel olarak doğrulanan bir bilgidir. Oysa "Bu masa çok hoş görünüyor" gibi bir cümle, tamamen subjektif bir değerlendirmedir; bir kişi bu masayı beğenirken, bir diğeri beğenmeyebilir. Bu iki değerlendirme arasında önemli bir fark vardır; biri herkes için geçerli olabilirken, diğeri yalnızca belirli bir kişi için doğrudur.

Felsefede Subjektifliğin Rolü

Felsefede subjektiflik, bireyin deneyimlerinin ve içsel dünyasının anlamını ve önemini inceleyen çeşitli teorilerin temelini oluşturur. Özellikle bilinç, algı ve değerler konularında subjektiflik büyük bir rol oynar. Descartes’ın ünlü "Cogito, ergo sum" (Düşünüyorum, o halde varım) cümlesi, bireyin düşüncelerinin ve bilinçli deneyimlerinin subjektif bir gerçeklik taşıdığını vurgular. Descartes’ın düşüncesine göre, insanın kendi varlığına dair en kesin bilgi, dış dünyadan bağımsız olarak kendi içsel deneyimlerinden gelir. Bu da subjektifliğin felsefede ne kadar merkezi bir yere sahip olduğunu gösterir.

Bir diğer önemli filozof olan Immanuel Kant, insanın dış dünyayı algılamasının her zaman subjektif olduğunu savunur. Kant’a göre, biz dış dünyayı olduğu gibi değil, insan zihninin belirli kategorilerine ve yapılarına göre algılarız. Dış dünyada var olan nesneler, bizim zihinsel yapılarımıza ve algılamalarımıza bağlı olarak şekil alır. Bu da bizim dünya hakkında sahip olduğumuz bilgi ve anlayışın subjektif bir yapı taşıdığı anlamına gelir.

Subjektiflik ve Etik

Subjektiflik, aynı zamanda etik teorilerde de önemli bir yere sahiptir. Etik değerler, farklı kültürler, toplumlar ve bireyler arasında değişebilir. Bununla birlikte, etikte subjektiflik genellikle tartışma konusu olur. Birçok etik teorisyen, doğru ve yanlışın, bireylerin kişisel algılarına ve toplumsal normlara dayalı olarak değişebileceğini savunur. Örneğin, bir kişi bir davranışı ahlaki olarak doğru kabul edebilirken, başka bir kişi aynı davranışı yanlış görebilir. Bu da etik yargıların büyük ölçüde subjektif olduğunu gösterir.

Ancak, bazı etik teorileri, özellikle de evrenselcilik ve doğa hukuku teorileri, ahlaki değerlerin subjektif olmayıp, evrensel ve objektif olduğunu savunur. Bu tür görüşlere göre, doğru ve yanlışın belirli evrensel ilkelerle tanımlanması gerekir. Buna karşın, etikle ilgili çok sayıda relativist yaklaşım da mevcuttur. Etik relativizm, bireylerin veya toplumların etik değerlerinin kendi bağlamlarına ve anlayışlarına göre şekillendiğini ve bu yüzden objektif bir ahlaki ölçütün mümkün olmadığını ileri sürer.

Subjektiflik ve Estetik

Estetik alanında da subjektiflik önemli bir yer tutar. Sanatın ve estetiğin doğası gereği subjektif olduğuna dair birçok felsefi görüş mevcuttur. Sanatın değerini belirlerken, kişisel zevkler, duygular ve kültürel arka planlar büyük bir rol oynar. Bir sanat eserinin değeri veya güzelliği hakkında yapılan değerlendirmeler, her zaman bireysel algı ve deneyimlere dayanır. Estetik yargılar, dış dünyadaki nesnel gerçeklikten bağımsız olarak, insanların kişisel düşüncelerinin ve hislerinin bir yansımasıdır. Bu, felsefi estetikte subjektifliğin temelini oluşturur.

Subjektif Olmak ve Bilgi Felsefesi

Bilgi felsefesinde de subjektiflik, özellikle epistemolojik problemlere yol açar. Birçok filozof, bilgiye dair olan görüşlerin subjektif olduğunu kabul eder. Bununla birlikte, bilgiye dair neyin doğru olduğunu belirlerken, kişisel düşünceler ve algılar devreye girmektedir. Bu da doğruluğun ve güvenilirliğin bireysel bir algıya dayalı olabileceği endişesini doğurur. Sonuçta, bilgi her zaman bir dereceye kadar subjektif olabilir ve insanlar dünyayı ve bilgiyi farklı biçimlerde anlayabilirler.

Sonuç

Felsefede subjektif olmak, bireyin kişisel deneyimlerinin, düşüncelerinin, değerlerinin ve hislerinin dünyayı nasıl algıladığını ifade eden bir kavramdır. Subjektiflik, epistemolojik, etik ve estetik tartışmaların temel unsurlarından biri olup, bireylerin ve toplumların anlam ve gerçeklik anlayışlarının kişisel ve değişken olduğunu vurgular. Bu nedenle subjektiflik, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde önemli bir rol oynar. Subjektif bir bakış açısı, insanın içsel dünyasını yansıtırken, objektiflik, evrensel ve değişmeyen bir gerçekliği ifade eder. Felsefede bu iki kavram arasındaki ilişki, birçok temel soruyu ve tartışmayı şekillendirir.